BBC Orta Doğu muhabiri Lina Sinjab, Suriye’nin başkenti Şam’daki evini 2013 yılında, iç savaşın başlamasından kısa bir süre sonra terk etti. Yıllar sonra ilk kez geri dönebildiğinde ise hem çok tanıdık hem de tamamen değişmiş bir ülke buldu.
Ekonomik eşitsizliğin giderek şiddetlendiğini söyleyen Sinjab, ülkede hükümetin kontrol ettiği bölgeler ile kuzeyde Kürt savaşçılar ile Suriyeli muhalif savaşçıların kontrolündeki bölgeler arasındaki ayrımların da artığını belirtiyor.
Sinjab, İran ve Rusya gibi ülkelerden çok sayıda insanın gelmesinin de halk arasında öfke yarattığını aktarıyor.
‘İşgalcilere’ duyulan öfke
Suriye’ye girdiğimde manzara hatırladığım gibiydi. Aynı dağlar, aynı meşe ağaçları ve kimin lider olduğunu hatırlatan devlet başkanının aynı büyük posterleri.
Ancak ülkeye gelenlerin çok azı Suriyeli. Çoğu Lübnan ve Irak’tan gelen dini turistler. Bazıları da Şam’ın çarşılarında alışveriş yapmaya gelmiş kişiler.
Şehre doğru ilerlerken kontrol noktaları başlıyor. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca burada pek çok insan kayboldu. Rejimi eleştiren görüşleri dile getirmek ya da muhalefete sempati duyan bir sosyal medya paylaşımını beğenmek bile bunun için yeterli.
Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Suriyesi’nde neredeyse hiçbir şey değişmemiş gibi görünse de burası savaş ile tamamen dönüşmüş bir ülke.
Suriye’nin müttefiki olan ülkelerden gelen çok sayıda insanın varlığı halk arasında öfke yaratıyor.
Şehir merkezinde yürüyüşe çıktığınızda Irak, Lübnan, İran ve hatta Yemen’den gelen ziyaretçilerin seslerini duyuyorsunuz.
Bu kişiler arasında İran’ın Suriye’deki nüfuzunu güçlendirmek, ya da Şam halkına göre bölgedeki Şii nüfuzunu genişletmek için getirdiği Şii Müslümanlar da var.
Suriyelilerin büyük bir kısmı ve savaştan kaçan yaklaşık 5 milyon mültecinin çoğu Sünni.
Yönetimin çoğu ise nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan Alevilerden oluşuyor.
Geçmişte İran’ın ülkedeki varlığının stratejik olduğunu düşünen rejim yanlıları bile artık bunu “işgal” diye nitelendiriyor.
İsrail saldırıları
Hoşnutsuzluk, İsrail’in Şam’ın yerleşim bölgelerinde konuşlanan İranlı askeri ve güvenlik personeline saldırmasıyla daha da arttı.
İsrail, ezeli düşmanı İran’ın Suriye’deki varlığını büyük bir tehdit olarak görüyor.
Şam’ın güneybatısındaki Mezzeh bölgesinde yaşayan bir kadın saldırılardan birini şöyle anlatıyor: “Bütün binamız sallandı. Neden çocuklarımla birlikte bunu yaşamak zorundayım? Neden gelip sivil halkın yaşadığı bölgelere yerleşiyorlar?”
Bu hafta İsrail tarafından düzenlendiği düşünülen bir hava saldırısında İran’ın Mezzeh’teki büyükelçiliğinin konsolosluk bölümü yerle bir oldu ve üst düzey İranlı komutanlar öldürüldü.
Kuzeybatının Türkiye tarafından yönetildiğine inanılıyor
Ruslar da Suriye halkı arasında hoş karşılanmıyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana ülkedeki Rus askerlerinin sayısının azaldığı bildirilse de, düzenli olarak orada konuşlanan Rus askerleri ve Çeçenistan’dan gelen savaşçılar dahil ülkede hala önemli bir Rus varlığı bulunuyor.
Suriye’nin kuzeybatısı hala Suriyeli muhalif savaşçılar tarafından kontrol ediliyor ancak Şam’daki pek çok kişi ülkenin bu bölgesinin başka bir “işgalci”, yani orada askeri varlığı olan Türkiye tarafından yönetildiğine inanıyor.
Öte yandan ülkenin petrol kaynaklarının bulunduğu kuzeydoğunun büyük bölümünü Kürt güçler kontrol ediyor.
Yaşam standartları bu bölgelerin her birinde farklılık gösterirken, Suriye’nin hükümet kontrolündeki bölgeleri en yoksul bölgeler arasında yer alıyor.
Esad’ın müttefikleri sahada hala etkili olsa da, kendisi ve rejimi umutlarını başka bir büyük oyuncuya bağlamış durumda.
Suriyeli elitlerin Suudi Arabistan rüyası
Hükümete yakın çevrelerde Suudi Arabistan büyük bir bölgesel oyuncu olarak tanımlanıyor ve ayaklanmanın ilk günlerindeki gibi artık Suriye’de terörü körükleyen bir ülke olarak görülmüyor.
Bazı Suriyeliler, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Arap dünyasını yeni bir yola sokma potansiyeline sahip bir “dahi” olduğunu düşünüyor.
Yıllarca Arap Birliği’nden dışlanan Beşar Esad’ın geçen yıl Riyad’daki bir zirveye davet edilmesi rejime eski güzel günlerin yakında geri geleceği umudunu verdi.
Yönetim, ülkeyi yeniden inşa etmek ve iflas eden rejimin maaşları ödemesine yardımcı olmak için Körfez ülkelerinden para akışı hayal ediyor.
Ancak şu anda ülke yoksulluğa sürükleniyor ve çaresiz durumdaki pek çok kişi, “tünelin ucunda ışık olmadığını” söylüyor.
Sokakta uyuyan aileler ve çöp kutularından yiyecek bulmaya çalışan insanlar görmek normal hale gelirken, diğer bölgelerde Londra ya da Paris’in en lüks semtlerini andıran üst sınıf yaşam tarzı değişmeden devam ediyor.
Ekonomi çökerken kültür canlanıyor
Suriye yönetiminin başlıca kaygısı siyaset değil ekonomi.
Şam’a gece vardığımda şehir karanlığa gömülmüştü. En lüks mahalleler bile karartılmış. Bu durum yıllardır böyle. Neredeyse her şeyin kıt olması Suriyelileri temel ihtiyaçlarını karşılamak için uzun kuyruklarda beklemeye zorluyor.
Sübvanse edilmiş ekmeğinizi ya da size ayrılan yakıt veya gazı almak için bilgilerinizin kayıtlı bulunduğu bir akıllı karta ihtiyacınız var. Telefonunuza gelen bir mesaj size kuyruğa girme zamanının geldiğini söylüyor.
Hükümet, insanların faturalarını bir mobil uygulama aracılığıyla banka havalesi yoluyla ödemeleri için bir sistem geliştirdi. Ancak pek çok kişinin bankalara ya da cep telefonlarına erişimi yok.
Kültür-sanat dünyası hızla gelişiyor
Suriye’de yepyeni bir nesil savaş, patlamalar, bombalar ve sürekli ölüm ve kayıp haberleriyle büyüdü.
Bu gençler savaşa aldırış etmiyor, ancak güvende kalmak için aşmamaları gereken sınırlar olduğunu da biliyorlar.
Bu yüzden de kültüre, kültürel mirasa, sanata ve müziğe değer veriyorlar. Bu alanlar bir şekilde ülkedeki şiddetten korunuyor.
Suriye’de her şeye rağmen sanat ve kültür dünyası hızla gelişiyor.
Müzik grupları her türden müzik çalıyor, yeni galeriler açılıyor ve Suriye’nin tarihi yerlerinden geriye kalanları keşfetmek için yeni bir heves var.
Öte yandan savaş sırasında siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle ayrı düşen pek çok insan birbirine yakınlaştı ve insanlar mümkün olduğunda bir araya gelip kahve, içki ya da yemek eşliğinde sosyalleşiyor.
Gece geç saatlerde restoranlar dolup taşıyor. Barlarda her yaştan insanlar görmek mümkün. Bazı yerlerde geleneksel müzik çalınıyor.
Bir arkadaşım ülkedeki belirsizlik ile kültürün gücünü karşılaştırırken şunları söylüyor:
“Biz yok olacağız ama şarkılar hikayelerimizi ve kültürümüzü nesiller boyu taşıyacak.”